İslâm ekonomisi, İslâm’ın toplumlarda kurmayı arzu ettiği ekonomik denge tamamen infak esasına dayanmaktadır. Ancak bunu zekâtın belli ölçüdeki malî potansiyeline veya fakirlere yapılan yardıma indirgememek gerekir. Çünkü infak bir bütündür. Yani güleryüzden, ilim öğretmekten, hastaya yardım etmekten, çocukların eğitiminde rol oynamaktan, yaşlılara saygı göstermeye kadar bütün toplum gereklerini çatısı altında barındırır. Bundan dolayıdır ki, “İnfak İslâm toplumunun temelini teşkil eder” derken, bunu bir para politikasının ötesinde görmekteyiz. Çünkü ekonominin yeryüzüne dağılmış doktrinlerde oluşan tartışmalarının ve bir türlü rayına oturamamasının asıl sebebi onu maddi, mücerred bir olgu olarak kabul etme rahatsızlığıdır.
Ekonomi moral ve maddesel yapının birlikte yürümesi sayesinde dengelenebilir. Eğer bir, ekonomide moral yapı bozuksa, o ekonomi ne kadar güçlü olursa olsun, şiddetli bir fırtına gibidir. Bazılarını ayakta tutsa da, büyük bir fırtınanın küçük kayıkları devirmesi gibi toplumun önemli bir kesimini yıpratır. Eğer ekonominin içindeki manevi yapı sağlam olursa, çarkların muntazam dönmesi şartıyla toplumun sosyal huzuru ve buna bağlı olarak ekonomik dengesi daha kolay sağlanır. İşte infakın gözden kaçan ve aslında insanlar için pek büyük bir zaruret olan çok önemli yanı budur.
Allah insanlara infakı emrederken, özellikle Sure-i Hadid’de “Benim size halife olmanız sıfatıyla verdiğim her nimeti infak edin” emrini verirken, muradı toplum dengesini sağlamaktır. İnsanların halife sıfatıyla Allah’tan aldıkları nimetler onun yaratıcı sıfatından sıçramış görüntülerdir. Bu görüntülerin bir insana gelmesi, o insanın Allah’a halife olmasından yansıyan parçacıkların tezahür etmesidir. Allah Sure-i Hadid’de demek istiyor ki, “Benim size kudretimin, sıfatlarımın bir küçük simgesi gibi intişar ettiğim güçlerimi, nimetlerimi mutlaka başkalarıyla paylaşın.”
Buradaki mesajın en önemli yanı ise, insana halife sıfatıyla birtakım nimetler verilmesidir. Bundan dolayı infak, maddi boyutlardan uzaklaşır. Yani Allah bir kuluna “Şafî” sıfatından bir sıçrama yapıp onun doktor olmasını sağlamışsa, o insanın hekimliği devamlı infak strüktürü üstünde dönmelidir. İlk amacı para kazanmak değil, insanlara yardım etmek olmalıdır. Bir ziraatçiye Cenab-ı Hakkın “Rezzak” veya bir başka deyişle “Besleme” sıfatı yansımışsa, onun yetiştirdiği ziraat ürünlerinin diğer insanlarla paylaşılması zorunludur. Bu durumda herkes kendi işini yaparken, bilmelidir ki Allah’ın fonksiyonları çalışmaktadır ve kendisi bu fonksiyonların başında vazifeli bir memurdur. Tıpkı bir veznedarın para dağıtması, bir askerin verilen emri yerine getirmesi gibi Cenab-ı Hakkın verdiği nimetleri başkalarıyla paylaşmak her insanın boynunun borcudur. İşte infakın temelinde yatan, toplum moralini ayakta tutacak, insanı insan yapacak hikmet budur. Allah’ın kitabının en başında “Bu kitabın sizi doğruluğa çıkarması için mutlaka infak etmelisiniz” demesi ve 80′den fazla ayette insanlara yardım etmenin Müslümanlığın işareti olduğunu belirtmesi bu sebepten kaynaklanmaktadır.
Eğer bir toplum, infak sırrıyla dolmuşsa, fertleri infak ederek insanlara yardım etmek eğilimine düşmüşlerse, o toplum sağlıklıdır. Zaten Cenab-ı Hakkın sağlıklı kılmak istediği topluma infakı bir numaralı hedef göstermesinin nedeni de budur. Çünkü infakın içinde evvela otomatik olarak insan sevgisi başlar. İnsanlar tebessümden, güleryüzden, yardımdan, saadeti, ilmi ve sağlığı paylaşmaktan yana kendilerini sorumlu hissediyorlarsa, toplumda infak şeridi işliyor demektir. Böyle bir toplumun milli geliri, imkânları, toprağının verimliliği ve hatta çalışma gücü yetersiz de olsa bu mekanizma onu mutlaka rahat bir yaşama götürecektir.
İnfakı anlayamamak
Bugün dünyadaki tüm nimetlerin özellikle petrolün dağılım sistemi itibarıyla büyük bir kısmının İslâm ülkelerinin elinde olmasına rağmen, onların infakı anlayamamaları mutsuzluklarına ve fakirliklerine bir sonuç belgesi olmuştur. Dikkat ederseniz, İslâm ülkelerindeki petrol, dünya stokunun yüzde seksenini oluşturmaktadır. Bu nimetin varlığını infakla birlikte değerlendirseler, yalnız İslâm ülkelerini değil, bütün dünyayı besleyebilirler. Daha önce belirttiğimiz gibi, infak sadece Müslümanlara yapılması zorunlu olan bir ibadet tarzı değildir. Şu halde İslâm toplumu kendisine yaratılıştan takdir edilen nimetleri infak mekanizmasını çalıştırarak bütün insanlığa vermesini bilirse, mutluluğa ulaşabilir. Tarihte böyle İslâm toplumları görülmüştür. Sözgelişi Selçuklular devrinde, infak mekanizması kesinlikle işlemiş ve sonuçta toplumda aç, susuz, mutsuz, suratı asık insan kalmamıştır. O dönemde Batı’dan Haçlı seferleri adı altında art arda gelen saldırılar, erkeklerin çoğunluğunun şehit olmasına ve işgücünün azalmasına sebep olmuştur, ama infaka inanıştaki sağlamlığın getirdiği mucizeyle toplum yapısına bir zarar gelmemiştir. Hatta bu Haçlı seferleri sırasında büyük haksızlıklara uğrayan Selçuklu toplumu, yalnız kendi mutsuzluğunu düşünmekle kalmamış, çevresinde yaşayan toplumların da mutluluğu için çalışmıştır. Öyle ki Hıristiyanlar, Roma’ya Haçlıların gelmesini istemediklerini belirten mektuplar yazmışlardır. Çünkü İslâm toplumundaki infak sırrını onlarda anlamışlardır. Nitekim İslâm toplumu içinde yaşayan Hıristiyanların hastalarına çorba, yetimlerine bakım, yine İslâmiyetin Selçuklu ve Osmanlı başlangıç devrindeki siluetinden geçmiştir. Hatta zekâtın Müslümanlara verilmesi zorunluluğu bile o dönemde bir ölçü yumuşatılarak Hıristiyan yetimlerine yardım yoluna gidilebilmiştir. İnsanlık sevgisi böylesine kaynaştırıla kaynaştırıla Mevlana dönemine gelinmiş, ondan sonrada Hıristiyanlar İslâm toplumu içinde çaya atılan şeker gibi kaybolmuşlar, Selçuklu İmparatorluğu yıkılmaya yüz tutunca, Müslümanlar gibi telaşa düşmüşler, hatta papazlar o dönemde kiliselerde devletin birliği için dualar etmişlerdir. Bu İslâm toplumunun Allah’ın en esrarengiz nimetlerinden birisi olan infakı iyice anladığı devre ait bir gerçektir.
İnfaktan uzaklaşma
İnsanlar, infak gerçeğinden uzaklaştıkça düşmanlıklar, nifaklar, sevgisizlikler başlamıştır. Hatta bu hat üzerindeki gelişmelerden “İhtiyak” dediğimiz karşıt fikirler doğmuştur. Bugün gerek ülkemizde, gerek dünyada karşıt fikirlerin bulunması, bunların kavgaya, hatta teröre dönüşmesi çare bulunmaz hastalıklardır. Bunun temel sebebi infaksızlıktır. Toplum infakını kestikçe, infak sırrını kaybettikçe fikir ayrılıklarında kutuplaşmalar ve çatışmalar meydana gelir. Eğer bir toplumda infak sırrı iyi işliyorsa, düşmanlık ve çatışmaların doğması mümkün değildir. Böyle bir toplumda bir insan sizin fikrinize karşı bir düşünceye sahip olsa da ona düşman olamazsınız, çünkü daha dün sizin hastanıza çorba getirmiş ya da bir müşkülünüzde size yardım etmiştir. İnfak sayesinde oluşan dostluklar öyle bir çarkı döndürürler ki, insanlarda tabii olarak bulunması gereken görüş ayrılıkları tatlı bir sohbet havasının ötesine geçemez.
Şimdi birtakım toplum problemlerinin çözümünde bir metod kolaylığına gelmiş oluyoruz. Eğer bir toplumda fikir ayrılıkları kavgalar meydana getirecek eşiklere geliyorsa, yapılacak onarım ve tedavi kuru kuru nasihat etmek olamaz. Çünkü insanlar arasındaki sevgi eğitimle kazanılamaz. Tek metod infak çarkının çalıştırılmasıdır. Şunu da vurgulamak gerekir ki, bu çarkın çalışmasına ilk olarak parayla başlanılamaz. Bu herkesin zoruna gider. Onun için önce güleryüz ve tatlı dille işe başlamak gerekir. Güleryüzün bir ibadet olduğunu yüce peygamberimiz söylemiştir. Dikkat ediniz ki, eshab karşılaştığı tüm meselelere rağmen güleryüzünü eksik etmemiştir. Bu fevkalâde önemli bir fonksiyondur. Bir toplum içinde tebessüm eden insanların çoğalması, o toplumun streslerinin yüzde 80′inin gitmesi demektir. Güleryüzle başlayan infak, insanlara güzellikleri anlatmak amacıyla söylenen sözlerle desteklenmelidir. Çünkü yüce kitabımız insanlara yalnız Hakkı ve güzelliği anlatmayı emretmektedir. Bu anlatılan güzellikler o gün için insanı ilgilendirmese de bir süre sonra ona ışık tutacaktır.
Önce güleryüz
Şu halde infaka önce güleryüz ve güzel sözle başlamak gerekir. Ondan sonra ikinci merhalede mutsuz insana mutluluk vermek gelir. Bir insanın sıkıntısını gidermek için onunla yarım saat sohbet etmek, ona bir çay ikram etmek gibi çok basit kompozisyonlardan infaka başlanırsa, zaman içinde bu yaklaşım maddi ilgililere kadar uzanacaktır. Eğer bir insanın problemleri maddi imkânsızlıklardan kaynaklanıyorsa, infak kanalını o çerçevede akıtmak lazımdır. Bu cereyanlaşma devam ettiği sürece toplum içinde muzdarip insan kalmayacağı için yavaş yavaş ayrılıklar da ortadan kalkacaktır. Dikkat ederseniz, bugün sapık ideolojiler ve yanlış doktrinler, mutsuz insanlara kanca takmaktadır. Eğer bir toplumda infakı işletebilirseniz, mutsuz insan kalmayacağı için hiçbir yanlış ve zararlı fikir o topluma giremeyecektir. Bu sebeple infak bahsini kapatırken, çok önemli bir noktaya parmak basmak istiyorum. Toplumumuzun ekonomik şartların iyi işlemesinden bile önce, infaka ihtiyacı vardır. Güleryüzden ilim dağıtmaya, tatlı söz söylemeye, mutsuzlara ve hastalara yardım etmeye kadar her sahada infakın yaygınlaştırılması bir süre sonra bu ibadetin maddi kanallarını da çalıştıracaktır. Böylece yalnız ve zavallı İnsanların korunması söz konusu olacak ve toplum gerçekten Allah’ın istediği boyutlara ulaşacak, yüce dinimizin bereket sırrıyla tüm problemlerinden uzaklaşacaktır. Şu noktayı hatırlatarak sözlerime son vermek istiyorum: “İnfakı öyle özümüze sindirmeliyiz ki, elimizi açıp Allah’a ettiğimiz duanın bile yüzde 50′sini infak etmeliyiz. Kendimize bir şey istemeden açlara, hastalara, mutsuz insanlara, hür bir ortam içinde yaşama ortamı bulamayanlara yardım isteme alışkanlığını kazanmalıyız. Çünkü Allah ‘Duanızı bile infak ediniz ki, kabul olsun’ der.”
Dr. Haluk Nurbaki
Değerli yorumlarımız